Kolombiya Notları VII Neiva, Hobo, Timana

“Aslına bakarsan yazmak için ilham perisinden ziyade disipline ihtiyacım var sanırım. Tembellik etmesem de her gün yazabilsem, kimbilir belki bir gün başarırım.”

Tatacoa Çölünden ayrılıp Villavieja’ya vardım. Parkta Cuchumelo’yu biraz dinlendirdikten sonra yola koyulduk. Neiva’ya akşam üzeri vardım varmasına da İtfaiye İsasyonuna ulaştığımda hava kararmıştı. Vardiyalı çalıştıklarından yeni gelenlerin yerlerini almasını beklerken kapının önünde Cuchumelo ile vakit geçirdik. Vardiya kaptanı/şefi (bazı ülkelerde askeri rütbe bazılarında ise polis rütbesi kullanıyorlar yeminle benim de kafam karışıyor) ilgili memurlarla konuştum, yerin hazır güney istasyonunda kalabilirsin deyince az biraz kaynar su dökülür gibi oldu başımdan. Karanlık maranlık yapcak bir şey yok en azından ana cadde sokaklar ışıl ışıl giderimki ne olacak diye kendime gaz verdim. Her zamanki gibi ortada göbekli dönüşte yolumu şaşrısam da güney istasyonuna sağ salim ulaştım.

Kedili, köpekli, kocaman bir istasyon. Beni de toplantı salonuna yerleştirdiler. Söylemesi ayıptır açtım klimayı şükrettim. Nasıl nem, nasıl sıcak varsa sağ bacak davul gibi şiş! ne davulu resmen kütük.

İstediğin kadar kalabilirsin rahatına bak deyince itfaiye memurları, oh iki gece uyudum. Bu arada WS’dan yazdığım genç çift beni evlerine davet edince gerisin geri şehir merkezine dönüp vücudum neme alışsın diye bir kaç gün kendime izim verdim. Cuchumelo her misafir olduğumuz evin sevgi ve neşe kaynağı oldu. Biraz palazlandığından artık omuzlarıma tırmanmamaya başlayınca üzülmedim desem yalan olur.

Neiva’dan ancak bir kara fotoğraf var nedense elim makinaya gitmemiş oysa sakin geniş bir şehir. Şehrin bir ucundan öteki ucuna bisiklet yolu ise Kolombiya’da alıştığımız bir durum. Bu arada evlerini bana açan tatlı çift ile bir tane bile fotoğrafımız yok, iyi mi! Camilo ve kız arkadaşı bebek bekliyorlardı, WS’dan bir mesaj sallandırayım, umarım sağlıklı sıhhatlı doğmuştur.

Bir kez çölü geçtin mi gerisi kolay gerçekten, ahaha şaka lan şaka! Kolay değil ama tırmanmaya başlayınca hava nispeten daha bir çekilir olmaya başladı ya da ben alıştım kimbilir. Neiva’dan sonra illa gidilip görülmesi gereken yerlerden biri San Agustin!

Hobo ilk durağımız. Kasabanın dışında yol üzeri lokantada köpekler olunca kamp atmak yerine motelde geceledik.

Cuchumelo cadısı rahat etsin de gerisi umurumda değil :) En sevdiği şey bisiklet sanırım bütün gün sepette oturunca onca değişik mekan ve kokudan sonra kendini güvende hissettiği değişmeyen tek şey. Gün boyu tepemizde boza pişiren güneşli havadan sonra gece öyle bir fırtına çıktı ve yağmur yağdı ki kamp atmadığımıza çok sevindim.

Ertesi gün kah çiseleyen, kah bardaktan boşanırcasına yağan yağmurda pedalladık. Cuchumelo’nun sepetini köpek maması çuvalından yaptığım yağmurlukla örtmeme rağmen çamurluğum olmadığından zavallım da azıcık ıslanıverdi.

Yağmur dindi dinmesine ama yol bitmedi. Önümde 15-20 km bir rampa vardı suyum yeter diye su almadan rampayı sarmaya başladım ama büyük hata ettim. Bu arada güneş açtı, susuzluktan ölüyorum. İlk kez yoldan araba durdurup su istedim. Duran ailenin de suyu yokmuş kısmete bak. Ama su alabileceğim tepedeki bakacak noktası 2-3 km ötede ha gayret tırmanışa devam derken, durdurduğum araç ellerinde pet şişe ile geri döndü. Sevinçten hem ağladım hem de suyu 10 saniyede bitirdim.

Su, portakal suyu ne bulursam içtim bakacak noktasında. Cuchumelo’yu da saldım oynasın diye azıcık ağaca tırmandı. Herkes ‘A ne biçim köpek, aaa bu kedi. Tasmalı kedi’ diye birbirine bizi gösterdiler. Sohbet ettik, fotoğrafımızı çektiler :)

Garzon’a da akşam karanlığında vardım. Sağ olsun yine İtfaiye İstasyonu geri çevirmedi. Yağmur yağarsa sorun yaşarım diye göreve çıkmayacak aracın dibine çadırı attım.

Sabah erkenden yola devam. Yolda direğe asılmış mankene pek bir anlam veremedim. Acayiplikler serisi volum bilmem kaç :) Şahane bir tırmanış ile Pericongo bakacak noktasına ulaştım. Suratımdan serin hava ve tırmanış mutluluğu okunuyor. Bir kadın şoför inerken aman dikkat et dedi. Sanırım Küba’dan beri böyle dik iniş görmedim.

Tımana’ya vardığımda eğlence dolu dizgin sürüyordu. Neyi kutladıklarını tam hatırlamıyorum ama her yer atlılarla doluydu. İtfaiye ekstradan gelen polislere ev sahipliği yaptığından beni geri çevirince mecburen bir otele kapağı attım. Pek güzel döşenmiş eski kolonyal bir binaydı. Sabah yola çıktığımda ise en az iki kişi evine davet etti. ah be kardeşim dün gece neredeydiniz?

Timana’nın dışında bu çiftle yolda en az üç kere karşılaşınca selam verip kenara çektim. Meğer benimle fotoğraf çektirmek için takip edip konuşacak cesaret arıyorlarmış.

Yine hafif yokuş çıkarken beyaz ufak bir köpek havlayarak patikadan yola indi. İkinci, üçüncü derken etrafımız dört tane beyaz köpekle çverildi. Ardından sahipleri geldi. Biz laflarken hoop annesi elinde bir dilim pasta ve gazozla patikadan indi. dinlenmem için evlerine buyur ettiler ama patika dimdik, yolum uzun olduğundan ikisine de teşekkür edip yola devam ettim.

Pitalito San Agustin yolu bu dev resimlerle dolu hepsi de bir ressamın elinden çıkma, dev tablolardan önce veya sonra ufak bir tabelada ressam hakkında bilgi veriyor.

Son kilometreler o kadar uzun o kadar zorluydu ki nasıl anlatılır hiç bilmiyorum. Tırmanışa başlarken güneş battı. Yoldayken hava karardı. 300 lümenlik fenerim de olsa zifir karanlıktan fırlayan köpekler, kör eden araba farları derken San Agustin’e vardığımda dizlerim ellerim her yerim titriyordu. Gönüllü İtfaiye İstasyonuna kapağı attım.

En kısa zamanda San Agustin yazısıyla döneceğim.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *