Kolombiya Notları IX Mocoa Sibundoy arası Ölüm Yolu

San Agustin’den ayrılıp Mocoa’ya doğru yola koyuldum koyulmasına da ne google, ne gps haritamda bu bölgedeki yerleşim hakkında hiç bir bilgi yok. Sora sora Bağdat bulunurmuş döküldük yollara. Rampa sardır, in çık, derken bayağı orman içinden salınarak gider olduk. Etrafta in cin top oynuyor. Akşamüstü altı civarı askeri kontrol noktasına varınca ilerde kalacak yer olup olmadığını sordum. Fazla değil yarım saate köyümsü bir yere varacağımı söylediler. Neyse içme suyu rica edip tekrar yola düştük, bu arada Cuchumelo güzellik uykusundan uyanmış vızıldanmaya başlamıştı. Kah veletle konuşmakla, kah ön lambayı ayarlamakla epey bir pedalladım ama köye möye rastlamadık, hava iyice kapkaranlık olmuştu. İyiki Bogota’dayken kendime ön lamba almışım, nerdeyse Bogota’dan ayrıldığımızdan beridir bir şekilde karanlıkta sürüş yapmak zorunda kaldım. İçim içimi kemire kemire yola devam ettim bu arada üzerinden zıplayamadığım, kenarından kaçamadığım çukurlardan hiç bahsetmiyorum. Neyse itin teki yola fırlayıp havlayınca ben de durup kendisine su fırlatıp küfür ederken sahibi gelip köpeği tuttu. Söylene söylene yola devam ediyordum ki hoop bi tane daha çıkınca durup sahibiyle konuştum. Sağ olsun Kolombiyalı askerin bile mesafe anlayışı sıfır. “ohoo” dedi yaşlı kadın, “buradan en az iki saate varırsın” “eyvah!” dedim “gitmem imkansız bu kör karanlıkta, çadırım var minicik bi alan yeter uyumama” dedim. Bahçesine kamp atmama izin verdi. Torununun oyuncaklarını topladık, iyi kötü çatının altına denk gelecek yere kuracağım çadırı. Cuchumelo cadısını çıkardım ama tasmasını taktım ne olur ne olmaz. Evde başka kedi de var. Bir tas kahve ile evde ne varsa ikram etti ev sahibim. Epey bir havadan sudan lafladık, kızı işten gelince herkes yatacağı yere çekildi ben de çadırı kuruverdim. Çok şükür Cuchumelo fazla yaramazlık etmeyip sakinleyip uyudu. Zavallım bütün gün enerjisini harcayacak yerde sepette gidiyor sonra da mecburen çadır hayatı. Kara kızım, küçük cadalozum.

Ertesi gün sabah kahvesiydi filan derken toparlandım. Cuchumelo’nun kum kabını bıraktım bir tek çadırda sabah tuvaletini yapsın diye. Tık yok, ay delireceğim. Kedileri köpeklerden ayıran şeylerden biri de bu; ölse, geberse kendini iyi hissetmediği yerde sıçırtamazsın. Neyse yolda durucağız illaki. Toparladım çadırı, kızı sepete attım. Düştük yollara. Evlerin hepsini geçince ilerde bisikleti de dayayabileceğim bir duvar az bi yeşillik görünce hemen çıkardım sepetinden tabii tasmasıyla, kutuyu da koydum işesin sıçsın diye. Yok bi oyunbazlıklar, bi koşuşmacalar, biliyorum başıma geleceği ama elim mahkum topladım her şeyi çıktık yola on dakika geçmedi leş bir koku! Haydi sepeti temizle, sıçırganı temizle bu arada bisikleti de iki bacağının arasına sıkıştır ve her şeyi tek elle yap çünkü bir elimde küçük sıçırgan var.

Hakikaten beni evinin bahçesinde ağırlayan kadının dediği gibi ancak bir buçuk iki saate yol üstü lokantaların ve sanırım bir de otelimsi bir yerin olduğu yere vardık. Yolun durumu bu arada berbattı unutmadan ekleyeyim, sanırım benden önce dev bir fırtına geçmiş, sular seller ağaçları ve önüne katabildiği hemen her şeyi yola yığmış, bazı yerlerde ise devasa göçüklere sebep olmuş. Yeni olduğundan trafikte sizi yönlendircek herhangi bir uyarı da yok. Virajı alınca bir bakıyorsun yolun yarısı göçmüş diğer yarısı ise çal çumur toprak taş dolu. Bu nedenle ancak ine bine, ine bine yola devam edebildim.

Akşam saati Mocoa’ya vardığımda itfaiye istasyonunu aramaktansa ilk gözüme kestirdiğim ucuz otele kapağı attım. Cuchumelo bahanesiyle sanırım ben de şımardım kim bilir.

Yalnız kala kala Mocoa’nın epey dışında kalmışım merkeze gitmek en az yarım saatlik yürüyüş ediyordu. Burada iki seçeneğiniz var; ya dümdüz Ekvator’a devam edeceksiniz veya ileriden sağa Sibundoy’a tırmanıp, Pasto’ya travers atacaksınız. Zig zag çizemeden durunamayan ben tabiiki Sİbundoy’a doğru yola koyuldum. Bu yol Kolombiya’nın meşhur ölüm yolu – el trampolin del diablo – şeytan trambolini! Neden ölüm yolu; çünkü yolun çoğu ancak bir araç genişliğinde, yukarıdan devamlı toprak kaydığından of yoruldum şurada kamp atayım diyeceğiniz bir alan yok, yol komple toprak ve taşlık, yer yer su geçişli. Ya allah ya settar dedik başladık.

Yolun bir yerinde koca kamyon ille ben geçeceğim diye yola dalınca ben de istifimi bozmadan yolumda gitmeye devam ettim ve koprünün ortasında resmen sıkıştık. Mecburen inip bisikleti iterek geçirmeye çalıştım. Sol yanım uçurum bu arada kaydın mı yallah, neyse uyuz kamyon şöförünün yancısı inip yardım etti. Bir çuval da ona söylendim, insan evladı gibi beklese bunlar olmayacak diye ama tabii karşındaki erkekse ha duvarla konuşmuşsun ha erkekle.

Böyle bir ara rampayı gayet güzel sardırdım derken yolu kesmiş çalışanlar, mecbur bekledim neyse izin verdiler geçmemize ooo bir de ne göreyim tepemizde koca bir kaya en ufak bir kıpraşmada düştü düşecek, meğer işçiler kontrollü bir şekilde o kayayı indirme derdindeler.

Sonunda yolun yarısında zirveye sanırım 6 – 7 km kala hava kararmaya başlamışken Carmenli Bakire (Virgen de la Carmen) için düşen dev bir kayaya oyularak yapılmış anıtı incelemeye başladım. Mumları şuraya kaydırsam bir götlük alan açsam işte şuraya kıvrılır uyurum diye düşünürken, karşıdan gelen bir araca el ettim. Hemen bisikletteki yükleri indirdik tüylüyü ve kum kabını yanıma aldım yola koyulduk. Omzumun ağrısından gözümü kapatamıyorum. Virajlardan miğdem bulanıyor. Sonunda Sibundoy’a vardık. Kolaya kaçmışsın diyenlere ne diyeyim önce sağlık diyorum. Sonra kedim, sonra yol. Çok paraladım kendimi ama tur bisikletiyle yarı sakat omuzla geçilecek gibi değilmiş, en azından benim için.

Bu arada Cuchu’yu sınır geçişi için hazırlamam lazım. Bogota’da, Neiva’da onca geçen zamana yanayım aşılatamadım sersem veterinerler yüzünden herşey son dakikaya kaldı. San Agustin’de kısmetimize bizi anlayan bir veteriner çıktı karşımıza. İlk karma aşısının devamını yaptı. Kuduz ve Lösemi için sürelerini yazdı. Sibundoy’da kuduz aşısını bulamayınca  lösemi aşısını yaptırdım.

Ev sahibemiz kapıyı kapatmadığından küçük köpeği kaldığımız odaya dalıp Cuchu’yu ısırmaya kalktı, garibimi yatağın ayağına bağlamıştım kaçmasın diye nasıl pişmanım nasıl, şükür bir şey olmadan ağzından aldım köpeğin ama benim kızın köpeklere hiç güveni kalmadı. Sorgusuz sualsiz basıyor tırmığı suratlarına!

Sibundoy’dan sonrası yine bir tırmanış, şahane bir paramo ve Cocha gölüne (laguna de la cocha) doğru iniş. Manzara paha biçilemez.

laguna cocha – cocha gölü
paramo yolu her zaman sisli
paramo yolu her zaman sisli

Bogota’da bizi misafir eden Mateo’nun ailesi Pasto’da yaşıyor. İki alman bisikletçiyi misafir ettikleri yetmezmiş gibi beni de kabul ettiler. Misafir odasında yatağım olmasına rağmen Cuchumelo ile cam tavanlı kış bahçesinde kaldık.

Yıldızların bulutların altında uyuduk yağmuru, yıldırımları izledik ıslanmadan ve de serin serin.

Mateo’nun kız kardeşinin kedisi kafayı benimkine taktı ne yapıp edip o cam çatının havalandırma aralığından geçip kış bahçesine geldi. Cuchu’yu ne olur. ne olmaz diye bırakmadım. Diğer kediyi de evin içine kışkışladım. Bir daha gelmedi neyseki. Pasto bazı mahalleri tehlikeli olmasına rağmen -misal biz nezih bir mahallede üç ayrı kilitle kitledik kapıyı- bisikletle barışık sayılır. Sokakları geniş, şehre giriş ve çıkış karışık değil.

Pasto’da kaldığım sürede neden bilmem Cuchu’yu kuduz aşısı vurduramadım sanırım hafta sonuna denk geldi sonra da benim yola çıkma zamanım geldi. Ne tatlı, sevgi dolu, ilgili bir aileydi. Uzun süre yolda olunca çoğu zaman sadece yemek ve yatak sizi şarj etmeye yetmiyor, çoğu zaman kendi içimde devam edecek gücü bulsam da arada sırada böyle güzel insanlarla birarada olmak iyi geliyor. Pasto’dan sonra hedef Ipiales ve Ekvator’a devam.

Cuchu kuduz aşısı olabilecek miydi? Sınırı nasıl geçecektik? Ekvator’da bizibekleyen sürpriz neydi? En kısa zamanda yeni yazımda ^.^

2 Comments

Leave a Reply to Osman Kıtay Cancel reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *